Anadolu coğrafyası üzerinde sınıf mücadelesinin elzemliği üzerine birşeyleri netleştirmek çok ivedi bir sorumluluktur.
Elbette ki tüm dünyada elzem olan mücadeledir sınıf mücadelesi. Lakin şuan için yaşadığımız coğrafya üzerinde birşeyleri netleştirmek bizlerin olmazsa olmaz sorumluluğu ve misyonudur. Leninist bir yaklaşım olarak somut şartların, somut tahlili savunusu yapan bizler öncelikle bugün hızla yükselen sınıf savaşımının gereği olarak sermayenin halkları birbirine kırdırmak üzere geliştirdiği politikaların da çözümünün sınıflar mücadelesinde olduğu tespitini ortaya koyup mücadeleyi bu çizgiye taşıma misyonunu da tarihsel bir sorumluluk olarak görüyoruz!
Neden Ezilen Ulus Değil?
Öncelikle belirtmek isterim ki bu tanımlama kesinlikle Kürt halkının ezilmediği gibi bir anlam taşımamaktadır.
Ezilen ulus kavramını kullanmak için birde ezen ulustan söz etmek gerekmektedir. Ancak bugün Anadolu coğrafyası üzerinde ( yukarıda ki tespitle eşdeğer olarak elbette tüm dünya için geçerlidir ) ezen ulus kavramını kullanmak bugün sermayenin zararlı görmediği bir tanımlama olduğu gibi sorunun kendisini tanımlamamakta ve bizzat asıl sorunun kendisini ilk elden manüple etmektedir.
Görmediğimiz, unuttuğumuz ve kasıtlı olarak bize unutturulan birşeyleri artık görmek elzemdir. Bu coğrafya da sistemin ilk elden hedef gösterdiği Türk halkı da en az diğer halklar kadar ezilmekte, sermayenin sömürü düzeninde yıpratılmakta kültürel soykırıma maruz kalmaktadır. Bunun nedeni ise birşeylerin tespitini yaparken düzene ve sisteme göbekten bağlı tespit ve durum tahlilleri üzerinden hareket etmemizdir.
Bugün Sabancı ve Koç gruplarından hiç kimse söz etmemektedir. Lakin unutulan Bir şey varki hala bu coğrafyada sermayenin en büyük yerli taşeronları bu gruplardır. Bugün düzene göbekten bağlı liberal politikaların ısrarla olayı “Kürt halkı ve Türk Devleti” arasında ki bir sorun ve “Türk Devletinin Kürt halkı” üzerinde ki soykırım adımları olarak yansıtmasının ardında gizli olan islamcı sermaye ve ulusal yerli sermaye arasında ki o soğuk savaşı gizlemek üzere yapılmış kurguyu birçok kurum görmedi bunların bir kısmı ise iradi bir tercih olarak görmezden geldi. Çıkarları uyuştu yahut düzeni doğrudan hedef almak gibi bir derdi yoktu.
Yani şunu ortaya koymak gerekiyor. Hiçbir ulus varoluşu gereği başka bir ulusu yoketmek gibi bir bilinç ve kültür geliştirmez. Savaşları yaratanlar uluslar arası bujuvazidir. Dolayısyla ezen, ulus değil sermaye devletidir. Ezen ulusun olmadığı bir durumda ise ezilen ulustan değil egemen sınıflardan ve egemen sınıfların çıkar çatışmalarından söz etmek en makul karşılığıdır sürecin. İslami sermaye egemen olmadan evvel egemen olan ulusal sermaye güçleri ( Koç ve Sabancı ) ile Kürt burjuvazisinin hiçbir ortak çıkarı olmadığından ötürü Kürt burjuvazisi ve yerli sermaye arasında yaşanan kirli savaşın en büyük mağduru elbette ki mazlum Kürt halkı olmuştur. Çünkü milli sermaye algısı hakimdir. Ancak şuan egemen olan islami sermayenin ulusal değil din istismarı üzerinden geliştirdiği liberal ve kapital politikalar Kürt bujuvazisinde karşılığını bulmuş ve Kürt halkına bu çıkarlar anlaşması süreci “Çözüm süreci, Barış süreci” isimleri ile sunulmuştur. Yıllarca ezilmişliğin bir karşılığı olarak mazlum Kürt halkı kendilerine sunulan bu aldatmacadan medet ummuş, ummak zorunda bırakılmıştır. İslami sermaye bu süreç içerisinde bu coğrafyada hakim olan yerli sermayenin üstesinden gelebilmek adına Türk ulusu üzerine yüklenen “Faşist, Ezen ulus” misyonundan çıkarları doğrultusunda şikayetçi olmamıştır. Aksine bunu körüklemiştir ki milli burjuvazi ulusalcı milliyetçi politikaları desteklesin ve kendileri Kürt burjuvazisi ile 'uzlaşırken' bu iki ulusta birbirlerini düşman bellesinler.
İşte tamda bu nokta da aslında ortaya çıkan tablo Türk halkının da bu liberal, kapital politikaları çıkar çatışmaları arasında en az diğer halklar kadar ezildiğidir. Bunca ezilmişlik ve bunun nedeni sermaye düzeni iken ezilen uluslar diyerek bir başka devire ertelenmek üzere bir ulusun kurtuluşu üzerinden politikalar üretmek Marksist-Leninist savunuların reddiyesine çıktığı gibi sermaye düzeninin çarkının dönme süresini uzatır. Burdan doğru biz komünistler sınıf savaşının gerekliliği ve asıl kurtuluş olduğunu öne sürüyor ve halklar arasında savaşa sınıflar arasında barışa karşı çıkıyoruz.
Ortaya atılan sözde çözüm ve barış süreçleri uluslar arası burjuvazinin arasında ki çıkar çatışmalarının çözümü ve burjuvazinin barışıdır. Çünkü tarihin hiçbir yerinde egemenler ve ezilenlerin barışması söz konusu dahi olmamış ve olmayacaktır. Kürt halkının ve bu politikaların peşinden iradi bir tercih sonucu gitmeyen (iradi bir tercih sonucu gitmeyen diyorum çünkü bu tercihi iradi olarak verenlerin çıkar siyaseti yapanların sınıf devrimcileri olmadığı ortadadır ) tüm dostların bir an evvel kitle siyasetinden arınarak toplumun sınıfsal gerçekliğinin farkına varmaları ve işçi sınıfından yana saf almaları dışında hiçbir temennimiz olamaz. Temennilerimiz dışında bizler yalnız dahi kalsak bundan daha başka bir yol olmadığının farkındayız, ve sınıflar mücadelesinin elzem ve tarihsel bir sorumluluk olduğunun farkındayız.
Politikamız halkların dökülen kanları üzerinden değil, proletaryanın alınteri üzerindendir. Ulusa karşı ulus değil, sınıfa karşı sınıf savaşı diyoruz!
Halklar arasında savaşa, Sınıflar arasında barışa hayır!
Yaşasın işçilerin birliği, Halkların kardeşliği!
Yaşasın proletarya enternasyonalizmi!
Barış devrimde, Çözüm sosyalizmde!
D.Melih